Düzenleyenler = Süleyman Temeltaş, Mehmet Emin BODAK
BOYACI AĞZI
Köyümüz Boyacı, kültür bakımından zenginliği ile belirgin şekilde farkı olan bir köy olup, yetiştirdiği seçkin kişilerle devletine ve milletine hizmet etmiştir ve etmektedir.
Boyacı’da konuşulan ağız, Türkçe’nin güzel bir örneği olup, özgün şeklini halen 40-50 yaş üzeri analarımızın dilinden dinlemek mümkündür. Kadınların sosyal olarak toplumla irtibatı az olduğundan öz dilimizin koruyucusu gibidirler.
İstanbul Türkçesinin, devletimizin politikası ile yazışma, iletişim, edebiyatta tek tarz; yahut fasih Türkçe olarak kabul görmesi, maalesef mahalli ağızlarımızın kaybolmasına, bozulmasına, yadırganmasına, kabalıkmış gibi algılanmasına neden olduğundan, belli bir yaş grubu dışında ‘Ben Boyacılıyım’ diyen birinin konuşmasıyla bunu belli etmesi eskisi gibi mümkün olmamaktadır. O yüzden kültürümüzün nesilden nesile aktarılması, zenginliklerimizin azalmaması, kaybolup gitmememiz, benliğimizi korumamız için eskiyi; daha doğrusu orijinal hali özenle korumamız gerekir. İleride bu kaybettiklerimizi mumla aramamak için, gelenek, görenek ve kültürümüzün küresel veya medyatik kültürden zor da olsa korunması gerekir. Bu her yöremiz için geçerlidir.
Boyacı’da konuşulan Türkçe’de, kendine has kelime ve renklerin yanı sıra, Yörük ağzı hakim olmakla beraber; Kayseri içi ve geneli ile komşu köylerde kullanılan ortak kelimelerin etkisi de bulunmaktadır. Mesela, ‘ARISTAK’ kelimesi aslen Ermenice’den gelmesine rağmen Kayseri’nin nerdeyse tüm İlçelerinde TAVAN manasında kullanılagelmiştir. ‘GİLAMADA’ (Asmadan budanan artık odun) kelimesi, Kayseri’nin içinde de aynen kullanılır.
Hemşerilerimiz arasında anında yeni kelime üretebilen, birçok kabiliyetli ve zeki, ‘elden ayrıksı’ insanlar vardır. Yeni karşılaşılan bir şeye anında isim koyabilirler. Mesela, TV’lerde reklamı olan zayıflama aleti lateral stepper’a “HALGIRDAK” , titreşim veren sağlık kemerine “ZORZOR”, geveze kimseye “CEKCEKİ” ismi verilmesi gibi.
Şimdiki gençlerimiz dış etkilerle ağızlarını değişseler bile, köyümüzde halen çoğunlukla Hala’ya “AME”, Amca’ya “EMMİ”, teyzeye “HALA”, bazen annenin babasına “AĞABABA” denir. Eskiden anneye ABA, anneanneye HAMANA, amcanın hanımı veya yengeye SİTTİ dense de günümüzde konuşan temsilcileri azalmıştır.
Köylülerimizin birçoğunun, uzaktan da olsa birbirine akrabalıkları bulunduğundan, birbirlerine akraba tarzı ekler takarak hitap ederler; Durmuş Dayı, Tayibe Hala, Osman Emmi, Fadime Abba, Memed Ali Abi gibi..
Konuşmada, İstanbul Türkçesi gibi, örneğin “Geliyoruz, geliyorum” yerine Orta Anadolu’da alışılagelmiş “Geliyok, geliyom” tarzındaki gibi değil de “Geliyooruk, geliyoorum” şekli kullanılır. Yani –yor eki üzerinde biraz durulur. “Ne bakıp duruyorusan? Gel de yardım et!”
Yine Orta Anadolu konuşmasının genel özelliği gibi bazen K harfi G harfine dönüşür. Karın -> Garın. Kapı-> Gapı. Keçi -> Geçi
N harflerinin bir kısmı genizden (Nazal) çıkar, Geleni kelimesindeki n harfi böyledir.
Bazen E harfi İ’ye dönüşür. Peynir-> piynir, peşkir-> pişkir, telefon et-> telifon it, gibi..
Ğ sessizinin üzerine basılarak söylenir. Mesela, Beğendin mi-> Beğğandin mi? Öyle değil-> Öyle değğıl. Gideceğim-> Gideceğğım. Karpuz yiyeceğiz -> Garpuz yiyeceğğık. Yeğenim-> yığğenim, Ne edeceksin -> Neydeceğğın. gibi.. Aynı şekilde gibi kelimesindeki g harfi -ki ile biten kelimelerin birleşiminde Ğ’ye dönüşür. Mesela, Hasankiğbi (Hasanınki gibi), bayakkiğbi.
Kıymetli büyüğümüz Süleyman Temeltaş, köyümüzle ilgili etnografik nitelikte bir kitap üzerinde çalışmaktadır. Bir an önce bu çalışmanın kültürümüze kazandırılması dileğiyle, kendisine Cenab-ı Allah’tan uzun ömürler ve hayırlı başarılar diliyoruz.
Mehmet Emin BODAK
(Emin ağaların Ali Osman’ın oğlu)
BOYACI SÖZLÜĞÜ
-A-
Aba : Anne
Abarii : Şaşma hayret ifadesi
Abba : Abla
Aboov : Şaşma hayret ifadesi
Acer : Yeni, taze “Acer elbise aldım”
Acımıh : Kıraç tepelerde biten, ince liftli, süpürge yapılan acı ot.
Acışmak : Yara, bere gibi yerlerin ağrıyıp sızlaması.
Ağ : Ak, beyaz. (Ağin : Akin)
Ağnama : Eşek, at gibi hayvanların toprakta yuvarlanması.
Ağle(ş)nmek : Duraklamak, oyalanmak, -araç için- park etmek. (Makineyi ağledi, gitti.)
Akren : (Akran) Yaşı ve cinsiyeti denk olanlar.
Alaf : Alevin sıcağı, sıcak havanın sıcağı.
Alağaz : Geveze, duruma göre konuşan, ağız değiştiren veya şom ağızlı, hayırlı konuşmayan.
Alentirik, Aletirik : Elektrik.
Altaşşa : Aşağıya doğru, bayır aşağı. (Bebe altaşşa gitti gıı)
Aşırma : Kısa bakır kova.
Aşmakarna : Yazdan kış için kesilen çorbalık hamur, erişte.
Apöllo : Hoparlör.
Arıstak : Tavan.
Ayakcak : Merdiven.
Aykırı : Uygun olmayan.
Agubat : Avukat.
Acık : Birazcık
Annaç : Karşı cephe
Avana : Arkadaş grubu, yandaşlar, ahbaplar, tayfa.
Avkalamak : Özellikle küçük çocukları sevme işini hırpalamak ve yormak sureti ile abartmak.
Are vermek/gitmek : Zarara uğratmak, boşa harcamak, bozulmak.
Ayıtlamak : Ayıklamak, seçmek.
Azıtmak : (Azatlamak) Köpek, kedi gibi hayvanları boş arazilere bırakmak.
B
Bahalı : Pahalı.
Baldırcan : Patlıcan.
Baştan ağrı : Baştan aşağı.
Bayak : Az önce, demin.
Belli : -Beri edatının şekli. (Bu püsük yokardan belli ardımdan gelir.)
Bıdılık : Küçücük.
Bıldır : Geçen sene
Bıdırdaşmak : Kendi aralarında konuşmak.
Bicik : Sığır yavrusu, buzağı.
Bilik : Tavuk civcivi veya sarı tüyünü atmış civciv, ferik.
Birez : Biraz
Bostan : Kavun, karpuz, diğer bahçe sebzelerinin yetiştiği, sulanabilen yer, buradan çıkan ürün.
Boşlamak : Bırakmak, terk etmek. (Bu ara namazı boşladın nı)
Buba : Baba.
Bungüldemek : Devamlı kıpırdama, hareket etme, kaynama. (Yılan bahçenin içinde bungüldüyordu.)
Büküş : Köşe, dönemeç.
Büzütmek : 1- Üşümek, üşümeden dolayı büzülmek 2- Öylesine beklemek.
C
Cağşamak : Gevşeme, kendini bırakma, orijinal dokusunu kaybetme.
Callakı : Geveze, vara yoğa konuşan
Camız : Manda.
Canavar : Kurt.
Cangıldatmak : İçinde sulu bir şey olan kabı, sallamak sıvı maddenin çalkalanmasına sebep olmak.
Carı : Çabuk, hızlı, seri (Acık carı olun da bitirek.)
Carılamak : Boşa konuşmak, bağırarak konuşmak.
Cavıltı : Çocuk sesleri, hareketli sesli kalabalık.
Cavlak : Kel, saçı az; veya bitki örtüsü olmayan arazi, tepe.
Cazı : Arsız, cadı
Cebelleşmek : Birisi ile inatlaşmak, onunla tartışarak uğraşmak.
Cerek : 1- Ceviz, badem vs. çırpmaya yarayan uzun sırık. 2- (Mecazi) Uzun boylu kişi.
Ceyran : Elektrik.
Cinas : Mukallit, cin fikirli, esprili kişi.
Cingan : Çingene, kavgacı, yaygaracı.
Cinnenmek : Çok kızmak, delirmek, havadan nem kapmak, huylanmak.
Cinni : (Cinli) Sinirli, huysuz, her şeye kızan.
Cıngı : Kıvılcım.
Cıngıl : Üzümden koparılan ufak salkım.
Cırmalamak : Tırmıklamak.
Cilbir : (Çılbır) Yağda yumurtanın üstüne sarımsaklı yoğurt ve yağda kızarmış toz biber
ekilen pratik yemek.
Cöp : Pantolon, ceket cebi.
Culuk : Hindi.
Cücük : Tüm kanatlıların yavruları.
Ç
Çalgı : Ahır ve bahçe süpürgesi.
Çalkama : Ayran.
Çalmak : 1- Sürmek, (Ekmeğe yağ çaldım.) 2- Benzemek (Torun’lara çalar.) 3- Yoğurt mayalama
Çakıldaklı : Pasaklı, abdestsiz namazsız, inancı zayıf.
Campıldatmak : Sulu bir şeyi sallamak.( Bardağı çampıldatınca, su döküldü.)
Çandır : Yerli veya melez o yörenin olan.
Çar : Eskiden kadınların büründüğü çarşaf.
Çatını ayırmak : (Argo) edepsiz oturmak.
Çavmak : Yön değiştirmek, değmek, esmek, sıçramak. (Gayaların alafı yüzüme çavdı)
Çebiş : Keçinin 6 aylık-1 yaş arası hali.
Çekişmek : Azarlamak, karşılık vermek, birbirine bağırmak.
Çemkirmek : Karşı gelmek, kızgın bir şekilde bağırmak.
Çenesek : Geveze, her şeye konuşan.
Çenilemek : Köpek yavrularının acı ile bağırması.
Çepicik çalma : Küçük çocukların el çırparak tempo tutmaları.
Çık oş : Köpeğe azarlama sözü.
Çırak durmak : (Eskiden) tarla işleri için ırgat olarak çalışmak. (Gara Şabanın yanında çok çırak durdum.)
Çırpıştırmak : Dövmek.
Çıtırgı : Yakacak çalı çırpı.
Çinke : Çok küçük parça.
Çitmek : Ayçiçeği veya kabak gibi kuruyemişlerin yenmesi.
Çoğüşmek : Çömelmek, çökmek, sinmek, saklanmak. (Bazen çöğmeşmek şeklinde)
Çot : Bedensel sakatlığı olan, çolak.
Çölmek : Çömlek.
Çörden : Ev damının su tahliye oluğu.
Çömçe : Yemek kepçesi.
D
Daan : Tahin.
Daarat : Taharet, wc sonrası temizliği.
Dabansız : (Tabansız) Korkak.
Dazdaz kurmak : Çocukların kırsal alanda bir çeşit piknik yapmaları.
Debildemek : Kımıldamak.
Dembil destek : Dengesiz konuşan veya davranan için kullanılır. (Gene dembil destek konuşuyon, ne
diyorusan)
Denişik : Değişik.
Derdikmek : Hal ve hareketleri ile yakınmak, yakın gördüğüne dert yanmak, ağlamaya yer aramak.
Devlisi gün : Ertesi gün.
Dıhmak, dıhılmak : Sokmak, girmek (Arapça Dühul’den)
Dıngıldak : Konulduğu yerde düzgün, dengede durmayan.(Bu masa dıngıldak.)
Dinelmek : Dikilmek.
Diğdirmek : Akıtmak; (argo) Ayakta işemek
Di(n)ğneştirmek : Evi, eşyaları derleyip toparlamak, düzenlemek.
Dinneşik : Düzenlenmiş, derli toplu.
Dikme : Fidan.
Dişirici : (Devşirmek’ten) Dilenci.
Ditmek : Pişmiş et, pamuk veya yünü parçalayıp ufalamak. (Tavuk etini didiyorlar, arabaşı
yapacaklar)
Di’ha : İşte
Dokdur : Doktor
Dolukmak : Duygulanıp gözleri dolmak, ağlayacak duruma gelmek.
Domatiz : Domates.
Domuşmak : Büzülüp oturmak, küsmek.
Don : (N genizden) Soğuk, ilgisiz. (Na’der don oğlan)
Dorak : İçinde süzme yoğurdun suyunun iyice emdirilerek kurutulduğu volkanik oyma taş.
Doru : Doğru
Dölek (Dölecik) : Doğru dürüst, düzgünce, uslu. (Dölek dur lan! Gavur kiyiş)
Dölenmek : Düzelmek, iyileşmek.
Dönümsüz : Sakar, işi eline yüzüne bulaştıran, beceriksiz.
Dulda : Rüzgar, soğuk almayan sakin yer.
Duluk : Ağzın iç yanları.
Durukmak : Sakinleşmek, sessizliğe bürünmek, düşünceye dalmak, depresyon.
Dutma : (Tutma) 1- Ücret ile çalıştırılan kişi, kahya 2- Birisine menfaat icabı arka çıkan.
Duygu : Söylenti, rivayet, istihbarat. (Çevrilin ekini gurumuş dii bi duygum var.)
Duz ağsı (Tuz ağısı) : Çok tuzlu yemek, zehir gibi tuzlu manasında.
Düğcük : Bulgurun ufağı, köftelik bulgur.
Dümbelek (Dümbek) : Darbuka.
E
E’ce : İyice
Efildemek : Hafif esen rüzgar, bu rüzgardan kıpırdama.
Elleğam, Ellalem : Allahu a’lem (Allah en iyisini bilir) kısa ve bozulmuş hali, herhalde, sanırım.
Emcek : Yalancı meme.
Emlik (Kuzu) : Anasını emmekte olan kuzu.
Ediraf : Etraf
Ertişmek : Erinmek, ağırdan almak
Esik : Eksik, çukur yer.
Esik etek : Kadın.
Eşgi : (Eskiden) koruk veya domates ekşisi.
Eşgi Suvan : (Eskiden) salatanın adı.
Eşgi Yağ : (Eskiden) salçanın adı.
Emişik : Sütkardeş.
Eprimek : Yumuşama, erime veya çürüme gibi orijinal dokusunu kaybedip bozulan yiyecek ve
diğer şeyler için kullanılır.
Erincek : Tembel.
Esbap : Çamaşır, kıyafet.
Evçik : Bağ için yapılan küçük kulübe.
Evrağaç : Sacda yufka ekmek pişirirken çevirmeye yarayan uzun yassı tahtadan alet.
F
Farsak : Yabancı, yabani, görgüsüz.
Fıldırmak : Uzağa bir şey fırlatmak, atmak. (Daşı bi fıldırdım.) -Çevril köyü ağzından-
Fızlı : Hızlı
Firik : Yeşil. Yeşillikten çıkmak üzere olan buğday, nohut. (Firik üttük geçen)
G
Gabahet : Kabahat
Gabatlamak : Yün yatağı kabaracak şekilde dıştan didiklemek.
Gada : Kaza, Kadar
Gafa Kâadı : Nüfus kâğıdı.
Gağşamak : Vidalı, menteşeli bir eşyanın zamanla gevşemesi.
Gahirlenmek : (Kahır) Sitemli ve dokundurarak konuşmak, bir şeyler ummak, umduğuna küsmek.
Gala : Kadınlar.
Galan : Artık, şimdiden sonra.(Bu işi bıraktım galan. Çalışmayacağım.)
Gakılı : Ağzına kadar dolu.
Gakmak : Kalkmak
Gamga : İri odun ve kereste parçası, saplı aletleri takviye için kullanılan iri kıymık.
Gamildetmek : Ağır bir eşyanın, onu kaldıran kişiyi zorlaması.
Ganzımak : Dik duran bir şeyin, geriye yatması.
Ganırtma : Lâf anlamayan, sözden ve olaylardan pek etkilenmeyen.
Gan yokarı : Karnı yukarı gelecek şekilde, sırt üstü yatar vaziyetine verilen ad.
Gangal : Ekinlerin içinde, yol kenarlarında biten etli gövdeli arsız diken.
Gapcık : Kabuk.
Garamak : (Karamak) Kötülemek.
Gara dakımı : (Kara takımı) Sıradan, köylü, halk içinden, kibarlık derdi olmayan kişiler.
Gara tava : İçinde pratik yemeklerin pişirildiği altı iyice kararmış günlük pişirme kabı.
Gara sac : Yufka ekmek pişirilen büyük sac.
Garece : Ne az, ne çok. Kararında.
Gargaşanlık : Karışıklık, telaşlı ortam veya kalabalık.
Garı : Kadın
Garın : (Karın) İşkembe.
Garınsız : Kıskanç, haset, çekemeyen. (‘Garnı dar’ da denir.)
Gaşım : Kardeşim
Gatın gatın : Kat kat, tekrar tekrar.
Gavurga : Buğday ile tuzlu çedenenin (Hint keneviri tohumu) kavrulmuşu, çerezi.
Gayfe : Kahve.
Gaypancak : Kaygan olan.
Gaysama, gaysalama : Üstü açık kalan hamurun kabuk bağlaması, sertleşmesi.
Gayrulla : Karyola.
Gebertmek : İyice dövmek.
Gegemek : 1-Çentik 2- Tığın ucundaki çıkıntıya verilen ad.
Geleni : Gelincik, dağ sincabı.
Ger’den geri :Uzaktan uzağa.
Gı : Kadınlara, kızlara yönelik hitap şekli. Kız. (Al gı! Şunu mutfağa götür.)
Gış : Kar. (Bu yıl pek gış yağdı.)
Gır : Gurbet. (Bizim çocukların hepsi gırda.)
Gığı : Koyun, keçi gübresi.
Gımcıklamak : Yerinde duramamak. Bir sıkıntısını, bir acelesini belli etmek.
Gınamsık : Sinameki.
Gırcınmak : Bir sıkıntını bir rahatsızlığı, çeşitli davranışlarıyla belli etmek.(Hastayım deye gırcınıp
duruma.)
Gırıtmak : Poz verir gibi durmak veya salınarak yürümek; nazlanmak, kibirlenmek; cilve, naz.
Gırmızı : (Kırmızı) Eskiden domates.
Gısnık : Cimri, pinti.
Gıvışdamak : Hiç durmadan kıpır kıpır hareket etmek.
Gıvış Gıvış ötmek : Oturduğu yerde hiç duramamak, başkalarının dikkatini çekmek.
Gıygaşık : Aralık kalmış, tam kapanmamış.(Bebenin gözleri gıygaşık. Şimdi uyuyacak.)
Gıyımsız : Cimri.
Gıymatlı : Kıymetli.
Gızıl : (Kızıl) İşten kaytaran, kurnaz geçinen tembel, yüzsüz; Alevi olarak da bilinen bir söz.
Gızınmak : Ateşte veya sobada ısınmak.
Gicirgen : Isırgan otu.
Gilamada : Bağ asmasının yakacak yapılan budanmış artıkları.
Girenlemek : Havanın sertleşmesi.
Gişi : Erkek kişi, koca, yabancı erkek.
Gişilik : Yabancı veya itibarlı topluluklar yanında -veya onlar için- kullanılan eşyalar veya
giysiler.
Gondurmak : Üstünden ölçmek, tahmin etmek, hesabı tutturmak.
Gonşu : Komşu
Govürmek : Bırakmak, salıvermek.
Goygamak : Kaldırmak, yerine koymak.
Gozurdamak : Diklenmek. Bir konuda bilmişlik taslamak.(Hadi ordan! Gozurdayıp durma.)
Gödermek : Soğuktan eli ayağı buz kesmek.
Göğercin : Güvercin.
Görpe : (Körpe) 1-Taze, yeni, 2-Yeni doğmuş kuzu, oğlak, buzağı.
Göv, göğ : Yeşil, olmamış ham meyve.
Gövelek : 1- Ökse otu, özellikle söğüt, kayısı, armut gibi ağaçların üstündeki parazit ot, 2- Mavi,
yeşil gözlüler için de kullanılır. (Taşhan köyü ağzından).
Göynek : Gömlek.
Göynümüş : Çok fazla olgunlaşmış meyve için kullanılır.(Bu armut göynümüş.)
Gözel : Güzel
Gözer : İri delikli seyrek gözlü kalbur, elek.
Gubarmak : Dayılanmak, hindinin kabarması.
Gulağasma : (Kulak asma) Duymazlıktan görmezlikten gel, aldırma, boş ver, yok say.
Gunnamak : 1-Eti yenmeyen hayvanların doğurması. 2-(argo) Fazla sayılı çocuk yapmak.
Gunü : Kıskançlık, nispet, iddia.
Gunücü : Haset, kıskanç, nispetçi.
Gunülemek : Kıskanmak, haset etmek.
Guruyir : (Kuru yer) Beton, parke, fayans vs. soğuk zemin.
Gurk : Kuluçkaya yatmış tavuk.
Gurtlu : 1-Fitneci, ortalığı karıştıran kişi. 2- Şüpheci, kimseye güvenmeyen.
Guvatlı : Kuvvetli, etkili.
Guytak : Çukur, rüzgâra kapalı yer.
Gübür : Tarlaya atılan ahır gübresi; süprüntü, çöp.
Gücün : Güçlükle.
Gücük : Küçük
Gülüş çığrış : Güle oynaya, neşeli.
H
Habar : Haber.
Hakırdak : Kuyruk yağının ocakta eritildikten sonra kalan besin değeri düşük dokusu.
Halva : Helva
Hamana : Anneanne (Kaynana).
Hampelemek : El hareketleri ile sıkıştırmak, yıldırmak, yormak, taciz etmek, el şakası yapmak.
Hançik pençik : Parça bölük, düzensiz, parçalanmış.
Handendir : Ne zamandır.(Handendir hastayın.)
Hangırdamak : Durmadan kahkaha atmak; grup halinde kahkaha tarzı gülüşerek konuşmak.
Harkıt : Külüstür, bozuk,
Haşa : Çok büyük çuval, telis.
Haşırdamak : Abartılı, boş boş, bağırarak veya övünerek konuşmak.
Havayelli : Avare
Hayallamak : Şüphelenmek.
Hayat : Evlerde giriş katındaki ayakkabı çıkarılan yer.
Haybatçı : Yaygaracı, bağırarak başkalarını susturan, arsız.
Haydırdamak : Avare avare gezmek.
Hedaye : Hediye
Helaas ki : Hele ki.
Hengâme : Ana baba günü.
Hesaret : Hastalıktan ya da çok çalışmaktan bitkin düşmek.
Heva : Hava
Heva yere : Boşu boşuna.
Hevtiklenmek : Tedirgin ve şüpheci davranmak, acele etmek, paniğe kapılmak, pimpirikleşmek.
Hıcacık : Ufacık.
Hılhış : Karın doyurmayan, abur cubur yiyecek.
Hınkırmak : Sümkürmek.
Hıra : Küçük
Hırkıldaşmak : Ağız dalaşı yapmak.
Hırtışmak : Kemiğin zedelenmesi, eklem burkulması.
Hışdamamak : Hiç oralı olmamak, aldırmamak.
Hışdınmamak : Hiç oralı olmamak, aldırmamak.
Hinci : Şimdi.
Hiyonklamak : İki veya daha fazla kişinin, aralarında gereksiz yer ve zamanda konuşması.
Hoo, hoo ha : Sığıra yürü komutu.
Hommucu : 1- Hayali korku kahramanı, Umacı; 2- Soğuk, hısım akraba ile ilgisiz kişi.
Homukmak : Küsmek, kinlenmek, tavır almak, alınmak.
Horanta : Ev halkı.
Hotlamak : 1-Atlamak, 2-Tepki göstermek, itiraz etmek.
Hozan : Yıllarca görülmemiş, bakımsız kalmış bağ.
Hörül hörül : Kalın, erkek sesli konuşma
Hörüldek : Kalın sese sahip kişi, kalın ve gür sesli.
Huysutmak : Bir davranıştan, bir yiyecekten nefret etmeye neden olacak bir duruma düşmek.
I
Iccak : Sıcak.
Iğranmak : Sallanmak. (Kızık köyü ağzından)
Ih : Soğuğa, rüzgâra kapalı yer
Ildırışık : Çok aydınlık.
Irafık : Hacı arkadaşı.
Irbıh : İbrik
Irahat : Rahat
Iramazan : Ramazan.
Irılmak : Kadının hamileyken, çocuğunu kaybetmesi.
Irmak : Çamaşırhane.
Izmariç : Sipariş, tembih.
İ
İmana : Çok.
İddirsaa : İt dirseği, gözde çıkan arpacık.
İçesine : İyice, basbayağı.
İkrahsınmak : Tiksinmek.
İlâzım : Lâzım
İlimon : Limon
İlkipda : İptida, ilk önce
İllik, Ellik : Sahur.
İlmek : Değmek, temas etmek.
İnce ibaret : İyice.(Doktor, ince ibaret muayene etti.)
İngi (İnme) : Ağrı, hastalık ağrısı, belirtisi veya hastalığın kendisi. (Buğazıma ingi indi.)
İnikmek : Sinirin yatışması, yumuşamak, çekinmek.
İnkipda : İptida, ilk önce.
İpildemek : Hafif hafif kıpırdamak.(Perde rüzgârdan ipildiyor.)
İrezil : Rezil
İrişki(k) : Et sucuğu
İrkmek : Biriktirmek.
İsan : (İ uzun) İnsan
İsbortu : İspirto
İslah : Adeta
İşlim güşlüm : Enikonu.
İt daşlamak : Boş gezmek, serserilik etmek
K
Karakabuk : Kestane.
Karaltı :Alacakaranlıkta tam seçilemeyen hareketli nesne.
Kartışmak : Kartlaşmak. (Bu fasulyeler kartışmış, bişmez.)
Karsamba : Fazlalık eşya, dağınık eşyalar.
Kaş : Dağın üstü, yüzü, yakası.
Kaykıla kalmak : Ölmek, soğuyup buz gibi olmak.
Keh sıra : Kenardan, gizlice, çaktırmadan. (Keh sıra keh sıra Kufcuya gitmiş.)
Kehat : Kâğıt
Kelem : Lâhana.
Keleş : Sevimli, güzel, şirin.
Kese : Kestirme, kısa yol.
Kesek : Tarlada kalan sertleşmiş iri toprak parçaları.
Kesellemek : (Keserlemek) Tarla veya bahçe çapalamak.
Kerezimek : Günden güne sağlığın bozulması.( Bu ağaç da iyice kerezidi.)
Kerme : Koyun gübresinin sıkışıp kurumuş hali.
Kermelemek : Yumuşak vasıflı bazı şeylerin sertleşmesi.
Kertilmek : Kibirli bir tavır almak, kasılmak, yüz vermemek.
Kettir kettir : Büyük gibi davranan kız çocuğu için kullanılır. Hanım hanımcık; bilmiş tavırlı.
Kevzi : Meyve ağaçlarında görülen yapışkan salgılı yaprak böceği hastalığı.
Kezlemek : Birisini pusuya düşürmek için fırsat kollamak.
Kili : Tarla kenarı, sınırı.
Kis, kirs : Ham toprağın kil ve çakıl türü şeylerle sertleşen kısmı.
Kiskillemek : Köpeğe birine saldırması için emir verme, mecazi manada ise kışkırtma, provokasyon.
Kişiflemek : (Keşif) Etrafı kontrol etmek, gizli veya açık gözetlemek, kollamak.
Kiyiş : Eskiden keşiş: Hıristiyan dervişi.
Korutmamak : Maliyeti kurtarmamak. (Kabak ektik amma, tohumunu korutmadı)
Korkagelmek : Birden bire korkmak.
Kotelemek : Rastgele fırlatıp atmak.
Kösnük : (Argo) Azgın; Kızgınlığa gelmiş hayvana söylenen bu tabir; şaka, kızarken için kullanılır.
Kösülmek : Yorulmak.
Kössü : Köstebek.
Kumpür : Patates.
Kurük : Sıpa, yeni eşek yavrusu.
Kunde : Her gün.
Kundelik : Günlük kullanılan sıradan eşyalar veya giysiler.
Kürümek : Karı damdan veya avludan itmek.
Kürtün : Eşeğin palanı.
Kürtün yığmak : Karlı bir havada, rüzgârın karı, bir taraf yığması.
L
Löbürdemek : Söylenmek.
Laylon : Naylon.
Lingir lingir (tin tin) : (-gezme) Boş boş gezme.
Lingirdek : Hiç durma gezen, hareketli, hiperaktif.
Liylaki : Leylak
Lağap : Lâkap
Leni? : Öyle mi? manasında soru, tepki. (N genizden, nazal)
Löbet : Nöbet.
M
Madenis : Maydanoz.
Mahal : Hediye, hediye verilmesi gerekli yer, -e layık. (Düğünde mahalini verdik, geldik.)
Mahana bulmak : Ayıplamak için bahane aramak
Mahya : Panayır
Makat : Sedir veya divan örtüsü.
Makine : Eskiden kamyon ve otobüse verilen ad.
Makseten : Mahsuscuktan.
Mal : 1- Sığır. 2- Define, gömü.
Malhazır : Kapaklı bakır tabak.
Malsınmak : Bir şeyi kendine aitmiş gibi benimsemek, kendinin olmayanı sahiplenmek.
Mani : Her zaman, sürekli.
Masarıf : Masraf.
Maşdafa : Maşrapa, kulplu, genelde metal bardak, kupa.
Manâcı : Her şeye bir kusur bulan, bahaneci.
Masimek : Önemsemek, saygısızlık yapmamak, söz dinlemek, umurunda olmak.
Masilli : Tam yetmemiş meyve, mesela kayısının yarı olgun, yarı çağla hali.
Mayiş : Maaş.
Mearim : Meğerse.
Menemme : Galiba.
Meh : Almaktan emir.
Metiro : Metre.
Merdıman : Merdiven.
Meresçi : Mirasçılar, bir malda birden fazla hisse olması durumu. (Meresçi malı)
Mehel olsun : Oh olsun!
Meses : Öküz sürerken kullanılan ucu demirli uzun değnek.
Mezelik : Mezarlık
Mıncıklamak : Yumuşak bir şeyi parmaklar arasında sıkmak.
Mısmıllamak : Sözle veya dayakla birini cezalandırmak.
Mıymıy : Mızmız, ağır kanlı.
Mı(d)zırdanmak : Dili ile dişi arasında anlaşılmaz şekilde söylenmek.
Miyirsek : Çocuğuna aşırı düşkün olan.
Motur : Traktör.
Mozak : Çam kozalağı
Mor badılcan : Patlıcan.
Morcukmak : Beyaz çamaşırın, yıkamada renklilerden dolayı asli renginin değişmesi.
Mudara etmek : Minnet altında kalmak, bir kişiye muhtaç olmak, eyvallah etmek.
Murabba : Salça.
Mukaat olmak : Sahip çıkmak, gözetmek, korumak. (Sen dur, bebelere mukaat ol.) Mukayyet.
Mubal : Vebal
Muşulamak : Burnundan soluk alıp verirken ses çıkarmak.
Müstembel : Kullanılmış, yeni olmayan.
Müceddet : Yeni
N
Nahas : Nasıl, Nasıl oldu da.. Niçin?
Namazlağ : Namazlık, seccade.
Nali : Tahta terlik, nalın.
Nara? : Ne gezer, nerde!
Narasın? : Ne gezer, nerde!
Nankısı : Hangisi?
Nahak yere : Haksız yere, boşu boşuna
Naşırfa : Maşrapa
Navrak : Model, örnek, (Örgüye bakıp navrak mı alıyon gı, yitmiyesice!)
Neçe : Ne kadar çok, nasıl. (Neçe geçip durun bahçeden.)
Nemelhacatın : Nene lâzım, nene gerek?
Nefes : Nazar, göz değmesi. (Bu bebede irkek nefesi var anam!)
Ne man : Ne kadar da...
Ne şeğal : Ne şekil, ne biçim, nasıl.
Nencağaz : Ne kadar az, yetersiz.
Nepacan? : Ne yapacaksın?
Neydecan : Ne edeceksin?
Nezetli : Lezzetli
Nipacan : Ne yapacaksın?
Nipbatsınız : Ne yapıyorsunuz.
Nom hayır : Hayırsız.
Nosbatar : Sevimsiz, suratsız.
Nuçun : Niçin
N(M)üzümsuz : Lüzümsuz
O
Odlamak : Ocağın ateşini canlı tutmak, beslemek.
Ookelenmek : Kızmak, öfkelenmek.
Olakalmak : Biriyle uğraşmak, musallat olmak.
Oyasa : Uyuşuk, eli ağır
Ordan kere : Ondan sonra...
Olduk gada : Yasak savacak kadar, yarım yamalak
Oyurgalamak : Teğellemek
Okumak : Davet etmek.
Okuntu : Düğün davetiyesi.
Omisilli : Güzel, eşi bulunmaz, değerli. (Omisilli gızı areye verdiler.)
Osamak : Aldanmak, yanılmak.
Osanmak : Bıkmak, usanmak.
Oşukçu : Yalaka, yaltakçı, dalkavuk.
Otobos : Otobüs
Olduk gada : Oldu diyecek kadar.Adet olacak kadar.
Ö
Öfelemek(Efelemek) : Masaj yapmak, sıvazlamak, elbisedeki kiri birbirine sürterek uzaklaştırmak, çamaşır
çitilemek.
Öğretlemek : Fitlemek, aleyhte doldurmak.
Öğüncek : Övünmeyi seven, sürekli lafı kendine getiren.
Öset : O saat, hemen, derhal
Öşertmek : Abartmak
Öşbe : Ukala, çok bilmiş, havalı, kibirli, -avam tabirle artist-.
Örüklemek : Ağzına kadar doldurmak.
Örüzger : Rüzgâr
Öne : Öyle
Ötaan : Öteki gün.
Özemek : Süzme yoğurdu, tarhanayı tortu bırakmadan sulandırmak.
P
Pace : Pencere.
Padadiz : Patates.
Pahlaşı : (Bakla) Eskiden kuru fasulyenin özellikle güveç veya çömlekte pişen yemeği.
Pahlava : Baklava.
Panga : Banka
Pantul : Pantolon
Parıldamak : Titremek.
Pazı : Hamur yumağı
Pala : Kumaş parçası
Parı : Biraz
Pallamak : 1- Odunu baltayla parçalamak, 2- Atın birden koşmaya başlaması.
Patiriklemek : (Argo) Tuvaletini yapma.
Pavkırmak : Sinirli sinirli bağırmak.
Pavlika : Fabrika.
Penayir : Panayır.
Peeriz : Perhiz.
Pekemek : Bir şeyin ağzını kapatmak.
Pel Pel Bakmak : Şaşkın bir şekilde, sürekli bakmak.
Pelit, palıt : Meşe palamutu.
Peyyik(Biyyik) : Pantolon türü giysilerin paça arasındaki ek kumaş parçası.
Pıyırtdak : Derhal ,hemen.( Çarşıya pıyırtdak gittim, geldim.)
Pıska : Kapuska.
Pısmak :1-Sinmek, gizlenmek.2-Hacmin azalması.
Pışgı : Testere veya bu tarzda bıçak
Pinnik : Kümes.
Piskevit : Bisküvi
Pişgir : Ucu saçaklı bez havlu
Piyazlamak : Dolduruşa getirmek.
Poçalamak : (veya Pöçeleme) Bocalamak, ne yapacağını bilememek.
Ponçak : Örtü, perde veya giysilerin etrafındaki saçaklar, püsküller.
Portmak : (veya pırtmak) Dar bir yerden çıkmak, kurtulmak, (Püsük portacak yer yok)
Pöç : Kuyruk sokumu. (Yaazık, pöçünün üstüne düşdü gııı)
Pösteki : Hayvan postu
Pürçüklü : Havuç.
Püsük : Kedi.
Püsürük : Bulaşık, kötü, karmaşık.
R
Rico etmek :Yaka silkmek. Nefret etmek.
Radıyo : Radyo
Ravak : Çok koyu şerbet
Rabbini sormak : Kin beslediği birine, dersini vermek, intikam almak.
Rahmet :Yağmur
S
Sacicak : Sac ayağı
Saçma : Çalı çırpıdan (Genelde nohut sapı) oluşan sac altı veya yemek pişirme yakacağı,
Saçmalık : Yemek, ekmek pişirme işinde yakılmak üzere ayrılan çalı çırpının bulunduğu yer, kulübe.
Santır : Ağırkanlı, aptal.
Sarkmak : Özenmek, heves etmek.
Sapır saçma : Saçma sapan. (Sapır saçma gonuşup durma.)
Sargın : Samimi, içli dışlı, yediği içtiği ayrı gitmeyen, kafa dengi, tutkun.
Sal (taşı) : Özellikle mezarın üstünü örten yassı uzun taş, kesilmiş kaya parçası.
Salak : Ağaçtan yapılmış uzun sırık.
Salavur : Saf, anlaması kıt, cahil, dengesiz.
Salık : Sağlık.
Sallım sullum : Başıboş, paspal, rüküş, düzensiz, özensiz.
San vurmak : Asma, kabak, salatalık gibi bitkilerin yapraklarının beyaz mantar hastalığına yakalanması.
Sasık, sasımak : Kokuşmuş, çürümüş gibi keskin ve değişik kokan. (Soğan sasımış içeri)
Satlıcan : Eskiden zatürre, verem (Öksürüklü hastalıklar) için kullanılırdı.
Savduruk : 1- Hareketleri özensiz ve abartılı, dengesiz, sakar, perişan, kılıksız. 2- Savurgan.
Savutturmak : 1- Rastgele atmak, savurmak. 2- Palavra atmak. 3- Kendini salmak. 4- Koku yaymak.
Saysınmamak : Saygı göstermemek.
Seem : (Sehim) Kurban hissesi.
Sefdurun : Saf, kolay kanan, anlamaz cahil.
Sehet : Saat
Selpeş : Serbest
Seme : Aptal, bön, zeka özürlü.
Sentil savuş : Yalpalaya yalpalaya.
Sepli(ce) , selli sepli : Düzgün, terbiyeli, asil. (Gelin selli sepli yerleştirmiş, gördün nü)
Seyitmek : Koşmak.
Sıkılamak : Birini konuşturmak için sıkıştırmak.
Sındı : Makas
Sıpıtmak : Fırlatmak.
Sıracalı : Yarası eksik olmayan, yaralı.
Sırçan : Fare.
Sırtarık : Sürekli sırıtır vaziyette olan, ağzı açıkken devamlı dişleri görünen; kazma dişli.
Sırtarmak : Sırıtmak kelimesinin kullanma şekli, dişlerini göstererek gülmek.
Sırtık : Fazlalık, kıyıda köşede kalmış. Artık kelimesi ile birlikte kullanılır. (Artık sırtık)
Sıtmak : Sıvı patlaması, İçi sıvı dolu bir şeyin delinip akmaya başlaması. (Ödü sıtmış- Patlamış-)
Sıyırıvermek : Başıboş bırakmak
Sıyıttırmak : Bir uçtan girip, öbür uçtan çıkmak, gezmek.
Sızgıt : Kavurma et; kemikli veya kemiksiz kavrulup donuk iç yağ içinde saklanan kışlık et.
Siftimek : Eti kemiğinden ayıklamak.
Sitil : Sebze fidesi.
Sitti : (Eskiden) Amcanın veya komşunun hanımı, yenge.
Soğuklamak : Üşütmek
Sokum : Az doyumluk, bir defada yenen ekmek, dürüm gibi yiyecek bir nesne.
Sohranmak : Söylenmek, kızgın ve kendi duyacağı şekilde konuşmak. (Bazen sohurdanmak şeklinde)
Söyündürmek : Söndürmek.
Sormak : Emmek.
Sorutmak : Ayakta durup beklemek.
Soyak : Asil, soylu, soy. (Soyak it bu, ıssırmaz.)
Soyka : Ölünün arkasında kalan şahsi kıyafetleri. (Soykaya kalasıca)
Sufat : (Sıfat) Tip, yüz şekli, çehre, genel görünüm, imaj. (Sufatına bakan seni adam sanar.)
Susa : Asfalt yol
Sumsuk : Yumruk.
Suvarmak : Tarla, bahçe veya hayvanları sulamak.
Südük : Sidik.
Süğsün : Ense.
Sünge : Ekmek fırınının külünü, kömürünü temizlemekte kullanılan, ucunda bez takılı sopa.
Süren süren : Akın akın
Sürgüç : Bulaşık bezi.
Sürüktürmek : Oyalamak, dolandırmak. (Benim parayı sürüktürüp durdu.)
Ş
Şaklamak : İkiye bölmek.
Şağbetlemek : Küçük çocuğun altını pislemesi. (Erkilet’te şöbet şeklinde)
Şatilli : Gösteriş seven, zor beğenen.
Şemşamer : Ayçiçeği ve çekirdeği.
Şeraat donu : Paçası diz altında uzun iç çamaşırı.
Şikar : Değer, önem.
Şikarlendirmek : Önemsiz bir şeyi önemliymiş gibi göstermeye çalışmak, reklam.
Şikirsiz : (Şükürsüz veya şekilsizden) Tipsiz, kılıksız, suratı meymenetsiz, rüküş.
Şinci : Şimdi.
Şinciye gada : Şimdiye kadar.
Şipdek : Hemen anında etki etmek.(İlâç içince ağrılarım şipdek kesildi.)
Şirane : (Şirehane) Pekmezlik üzümün ayakla ezildiği oyulmuş kaya.
Şirilağani : Pekmez kaynatılan bakır leğen.
Şöne : Şöyle
T
Ta : Daha (Ta çok beklesin o gelecek diye.)
Takırdamak : Bir şeye vurarak gürültü yapmak.
Taklaşmak : Takışmak, tartışmak.
Taklaştırmak : Araştırmak, soruşturmak
Takanak : Takıntı.
Talike : Tehlike
Taman : Hani var ya, galiba, sanırım, az önce, demin manalarında bir edat.
Taranmak : Yıkanmak, temizlenmek.
Tapıklamak : 1- Çocuğu uyuturken sırtına veya bağrına hafif hafif vurmak. 2- Avutmak, kandırmak..
Taptan : Birdenbire, aniden. (Vardık ki inek taptan ölmüş, mındar)
Taslamak : Beklemek, ummak, gözetlemek.
Tasımlamak : Kafadan ölçmek, biçmek.
Tavsımak : Bir şeyin şiddetinin azalması
Temek : Ahır penceresi.
Tedik : Çabuk.
Tengerlek : Daire şeklinde.
Tentene : Dantel
Tahne : Tenha
Tehnelmek : Tenhalaşmak.
Tellik : Takke, örme şapka.
Tıknacık : Küçücük ama kullanışlı ev.
Tığteber : Tamamen, hepsi
Tın(la)mak : Aldırmak, söz dinlemek. (Beni hiç tınlamıyor bakale)
Tıpışlamak : Değnekle yün vs. çırpmak.
Tırışmak : 1-Nazlanmak, yüzünü ekşitmek, 2-Sebze meyvenin yüzünün pörsümesi.
Tırsık : 1-Bayat sebze, meyve. 2- (Argo) Yaşlanmış kişi.
Tırsımak : 1- Sebze-meyvenin bayatlaması 2- Küsmek, yüz çevirmek.
Tizcanlı : Aceleci, işini çabuk bitirmek isteyen.
Tombak : Hem küre tarzı yuvarlak, hem iri.
Tosturdamak : Tafra etmek.
Tosba : Kaplumbağa
Tokuç : Elde çamaşır yıkarken kullanılan, fırın küreğine benzer âlet.(Çamaşırları tokuçlamazsan
kiri akmaz.)
Tokuç balığı : Kurbağa yavrusu.
Töskürmek : Birini yıldırmak, geri çekilmesini sağlamak.
Tönge : Ekin, yonca vs. biçerken bacağa bağlanan demet yapmaya yarayan dikenimsi ot. Tonga Töbusun : Tövbe olsun
Töbeler hakku uçun : Andolsun ki.(Böyle yaptığını bir daha görürsem, töbele hakkı uçun darılırım sana.)
Tulu : Dolu(yağış).
Tuturuk : Ekşi tadı olan, veya soba tutturmaya yarayan çalı çırpı.
Tülek : Uyanık, işini bilen, kurnaz; veya dönek.
Tüncük : Saç, kıl döküntüsü, genelde bayan saçı; dağınık saç şekli.
Tüylü tombak : Şeftali.
U
Ufecik : Ufak
Uğunmak : Acı ile soluğu kesilerek ağlamak, kıvranmak. (Bebeyi uğundurdun, nittin etini mi
büktün?)
Uğra : Hamur açarken altına üstüne serpilen, genelde önceki pişirmeden kalma sade, kavruk
veya kepekli un.
Uluk : Çürük
Uçun : İçin ( Sizin uçun yaptım bu yemekleri.)
Unca : O kadar (Unca söyledim yapma diye ama, dinletemedim.)
Uşak : Çocuklara hitap şekli.(Uşak! Çabuk buraya gelin.)
Uvvaşık : Uyuşuk.
Ü
Ürya : Rüya
Ünnemek : Bağırmak
Ürgendere : Üvendere.
V
Vacırtı : Konuşma gürültüsü veya kuş sesleri.
Vakıt : Vakit.
Vanıl(d)amak : Özellikle çocukların ağlama, bağırma karışımı dikkat çekme davranışı, sızlanma.
Vezil(d)emek : Özellikle çocukların susmak bilmemesi, mızmızlanmaları.
Vezil(d)ek veya vızıl(d)ak : Sürekli ağlayıp bağıran çocuk.
Vesayit : Araç, araba.
Velesbit : Bisiklet.
Vire : Habire, durmadan.
Y
Yaah : Hayır, olmaz.
Yadırgı : Yabancı, el.
Yağda : Yağlı kir, bulaşık. (Ellerin yağdalı, dağme yaygıya!)
Yağınnı : Sırt. (Yağınnım ağrıyor.)
Yağlık : Eskiden koyunda saklanan veya enseye ter için konan çok amaçlı mendil.
Yalabık : Kaygan.
Yalapşap : Yarım yamalak, acele yapılan iş.
Yalımsak (Yalloş, yallı it) : Obur, boşboğaz, aç gözlü, görgüsüz.
Yalınnıyak,yalbırdak : Yalın ayak.
Yamışmak : Eğreti durmak, yatmak, işe nazlanmak, tembellik, yan çizmek.
Yanaz : Uyanık, yaramaz, kendini düşünen, kurnaz, iş bilir; inat.
Yanız : Bir şeyin kenarı.
Yangın : Ana, baba, yakın akrabaya vs. sevgisini belli eden, gelip giden, tutkun, içten.
Yapışak : Aşırı titiz, sinameki.
Yapık : 1-Bürgü, başörtüsü; 2-Bakımsız saç veya işlenmemiş yün (Yapağı) manasında.
Yapma : Kalıplara konup şekil verilerek kurutulan hayvan gübresi, tezek.
Yarsımak : Özenmek.
Yaslahaç : Hamur açılan tahta.
Yavıldamak : Oyalanmak, çok yavaş hareket etmek.
Yavlan : Sığ, derin olmayan.
Yaygı : Sedir yastıklarına örtülen beyaz dantelli örtü.
Yayışmak : Rahat, yayılarak oturup yatmak, kendini salmak, tembellik etmek.
Yere beraber : Alçak gönüllü
Yence : Hafif
Yeğni : Hafif, hafifmeşrep.
Yeren : Arkadaş
Yetirik : Şımarık, sonradan görme.
Yetirememek : Kullandığı, harcadığı bir şeyi ayarlayamamak.(Maaşımı yetiremeyon.)
Yikinmek : Birden kalkmaya uğraşmak, sıçramak; birinin üstüne dövmek için yürümek.
Yekselemek : Birini küçük görmek. Onu sindirmeye çalışmak.
Yıkalamak : Yüzeysel yıkamak, su ile çalkalamak.
Yıkışmak : Güreşmek.
Yıldırdak : Hafif meşrep.
Yınnaşık : Şımarık.
Yırak : Uzak, ırak.
Yırçalmış : Arsız, söz dinlemeyen, yüzsüz.
Yiğin : Çok, epeyce, iyice, hatırı sayılır ölçüde. (Dap gübresi yiğin guvatlı)
Yişillenmek : Heveslenmek, kendine dikkat çekmek, talip olmak.
Yirik : Yarık, kesik, yırtık.
Yirsi : (Yersi) Toprak gibi kokan, aroması veya tadı olan. (Su yirsi yirsi kohuyorudu.)
Yo : Kez, defa
Yoğusa : Yoksa
Yoklamak : 1-Hasta, komşu, tanıdık veya büyükleri ziyaret etmek, hatırını sormak 2- Kontrol etmek.
Yoz malı : Arazide sürü olarak yayılan genelde o sene doğum yapacak düveler.
Yöndem : Yöntem, usul, adap-erkan.
Yöndemsiz : Sakar, beceriksiz, acemi, görgüsüz.
Yuka : İnce
Yumuş Uşağı : Birinin her dediğini yapan, emir uşağı.
Yüklük : Eski evlerin bir odasında duvar içinde yatak yorgan konan bölüm.
Yüzü yerde : Alçak gönüllü
Z
Zartlak : Palavracı
Zatı : Zaten
Zaar : (Zahir kelimesinden) İhtimal, herhalde, belki.
Zağar : Sıradan köpek, küçük yapılı tüylü köpek.
Zerhoş : Sarhoş
Zıbarmak : İstenmeyen birinin ölmesi, yatağa yatmak.
Zıllı(a)mak : Caymak, mızıkçılık.
Zırıncımak : İnat etmek, üstelemek, askıntı olmak
Zıngıldatmak : Kımıldatmak.Sallamak.(Masayı zıngıldatma.)
Zibillik : Çöplük
Zipci : Söğüt dalından yapılan düdük
Zinhar : Asla, kat’iyen
Zoba : Soba
Zorsunmak : İsteksizlik, üşenmek.
Zurnata : Zurna, klarnet
Zurnatacı : Zurna veya klarnet çalan kişiye verilen ad.